Eleman Tunçbilek  Reklam   0532 786 30 75/ 0312 430 75 00
HV
28 NİSAN Pazar 23:14

‘İlgi Manyağı’ ilgiyi hak ediyor

Mehmet Açar macar@htgazete.com.tr

SAĞLIK
Giriş Tarihi : 05-11-2022 01:56   Güncelleme : 05-11-2022 01:56
‘İlgi Manyağı’ ilgiyi hak ediyor

Son yıllarda İskandinav ülkelerinden kayda değer filmler peş peşe geliyor. İsveçli Ruben Östlund’un son 5 yılda 2 Altın Palmiye ile taçlanan serüveni veya İzlandalı yönetmenlerin sessiz yükselişi bir yana, Norveç sinemasından da dikkat çekici filmler seyrediyoruz.

Geçtiğimiz yıl Norveç filmi ‘Dünyanın En Kötü İnsanı’nın (Verdens verste menneske)Oscar yarışına girmiş iddialı filmlerin arasından adeta cımbızla seçilip özgün senaryo dalında ödüle aday gösterilmesi, çok şaşırtıcı değildi. Daha önce benzerine pek rastlamadığımız gerçekten orijinal bir hikâye vardı ortada. Norveçli Kristoffer Borgli’nin yazıp yönettiği ‘İlgi Manyağı’ (Syk Pike – Sick of Myself) için de durum pek farklı değil.

Aslına bakarsanız, çocukluktan itibaren hepimiz için çok tanıdık olan bir insanlık halinden yola çıkıyor Borgli… Yakın çevremizde ve hatta kendimizde dahi gözlemleyebileceğimiz psikolojik bir durumdan, ‘ilgi merkezi olmanın dayanılmaz cazibesi’nden söz ediyorum. Kontrol edilebildiği, ölçüsü kaçırılmadığı ve yalana başvurulmadığı sürece kuşkusuz sorun olmayacak bir davranış bu…

 

 

Peki, ya ölçüsü kaçarsa ve ‘ne pahasına olursa olsun ilgi merkezi olmak’, bir insanın hayattaki yegâne amacı haline gelirse… Üstelik, başkalarının ilgisini çekmek için elinizde bedeninizden ve sağlığınızdan başka hiçbir şeyiniz yoksa… Borgli, işte tam da böyle birinin hikâyesini anlatıyor.

Kafede çalışan Signe (Kristine Kujath Thorp), sanatçı sevgilisi Thomas’ın (Eirik Sæther) gölgesinde kalan genç bir kadındır. Mobilya mağazalarından yürüttüğü eşyaları yeniden şekillendirerek sanat eserine çeviren ve sergiler açan Thomas ise sanat çevrelerinde giderek yükselmektedir.

Restoranda geçen açılış sahnesi, Thomas’ın baskın kişiliğini yansıtır. Signe’nin doğum günü kutlaması, bir anda Thomas’ın şovuna dönüşür. Thomas elindeki pahalı şarap şişesiyle restorandan kaçıp giderken peşinden koşan garson, caddede sigara içen Signe’yi görmeden yanından geçip gider. Signe adına şanslı bir an olduğunu düşünür; hatta Thomas’ın sorumsuz davranışına şaşırırız. Ama film ilerledikçe, orada yaşananların ilişkilerinin genel halini yansıttığını, Thomas’ın sürekli rol çaldığını ve Signe’nin ‘görünmezlik’ten hoşnut olmadığını anlarız.

Filmin ilk sahnelerinde Signe, Thomas’a oranla sakin, hatta daha olgun biri gibi durur. Kafede çalışırken başına gelen olay sırasında yaşadığı şoka rağmen kanlar içindeki kadına yardım etmesi de gözümüzdeki değerini artırır. Ama Signe’yi yakın çevresinde ilgi odağı haline getiren bu olayın, geri dönüşsüz bir çılgınlığı tetiklediğini çok sonra anlarız. Çünkü Signe, ilgi merkezi olmanın tadını bir kez almıştır artık.

 

 

Thomas’ın sanat çevresinden arkadaşlarıyla katıldığı kalabalık yemek masasında bırakın ilgi çekmeyi, çevresindekilerle muhabbet bile kuramayan Signe, garsonun ‘Alerjisi olan var mı?’ sorusunun ardından gelen anlık suskunluğu değerlendirmekten alıkoyamaz kendini. Fıstığa alerjisi olduğunu söyler ve tüm masanın dikkatini üstüne toplar. Böylece yalanlar dünyasına adım atar.

 

 

 

Yiyecek alerjisi konusunda aşırı dikkatli garsonun yüksek sorumluluk duygusu nedeniyle yemek, tatsız bir noktaya varır. Artık sofradaki tek konu, ‘dikkatsiz davranan’ Signe’nin sağlığıdır. Bizim için bir komedi sahnesidir bu... Söylediği yalan nedeniyle yeterince zor duruma düşen Signe’nin, olaydan ders çıkaracağını düşünürüz önce. Ama kısa sürede bize zorluk olarak gelen her şeyin ona keyif verdiğini ve ne yaşarsa yaşasın ilgi merkezi olmaktan zevk aldığını anlarız. Çünkü sofrada ‘Thomas’tan sahne çalmayı ve başrole geçmeyi’ başarmıştır ya, belli ki gerisi çok önemli değildir.

Nerdeyse madde bağımlılığına benzer bir sürecin içindedir ve ‘başrolde kalması’ için çok daha kalıcı bir soruna ihtiyacı vardır. Bir süre sonra hikâye bizim için komedi veya kara komedi olmaktan çıkar; rahatsız edici, hatta dehşet verici bir sürece dönüşür. Signe, sınır tanımaz bir çılgınlığa doğru sürüklenir.

Olayların bir noktasında her şeyden ders çıkarmasını, iç aydınlanma yaşamasını, en azından pişman olmasını dileriz içten içe… Ama hayır, Signe hep daha fazlasını ister. Üstelik ne kendi içinde ne dışında onu aklıselime çağıracak bir güç çıkar karşısına.

 

 

Benim için hikâyenin en orijinal yanı, Signe’in yaşadığı bu ‘engelsizlik’ galiba. Çünkü onu kurtarabilecek kimse yok. Tek umudumuz olan sağduyusunun nereye kaybolduğunu ise bilmiyoruz. Sadece daha fazlasını isteyen saplantısı ve kendisi var. Günümüz dünyasında bizim için çok yabancı bir durum değil bu…

Signe’nin çılgınlığında tek sorun, bir insanın kendi bedenine zarar verme özgürlüğünün geldiği nokta değil. Eminim, Kristoffer Borgli de senaryoyu yazarken bedenini malzeme olarak gören bazı çağdaş sanatçıları aklına getirmiştir. Signe’nin burada bedeni üzerinden Thomas’ın enstalasyonlarıyla rekabete girdiği kesin. Çünkü onun için, sadece ilgi görmek değil, Thomas’dan daha fazla ilgi görmek önemli. Filmin tuhaf ve komik sahnelerinden birinde Signe, Thomas’ın şefkat göstermesinden etkilenip tahrik oluyor ve ‘Nasıl olduğumu bir daha sorsana’ diyerek onunla sevişmek istiyor. O an, iyi bir ilişkileri olsa, Thomas’ın sevgisi tatmin edici olsa, Signe’nin belki o kadar uç noktalara gitmeyeceğini hissediyoruz. Fıstık alerjisi sahnesinde masada oturanların Signe’yi Thomas’ın kız kardeşi sandıklarını unutmamak gerek. Bunda onların dikkatsizliği kadar arkadaşlarıyla olan her buluşmasında Signe’yi unutup ilgi merkezi olmak isteyen Thomas’ın da payı var. Hastaneden dönerken Thomas’ın, otobüsteki bir kadının onlara bakması üzerine Signe’ye sarıldığı sahne, onun için şefkatin bile şov malzemesi olduğunun göstergesi.

 

 

 

Dolayısıyla, Thomas’la en başından itibaren birbirlerini ‘zehirleyen’ bir ilişkileri olduğunun altını çizmek gerek. Kaldı ki, Signe’nin önündeki engelsizliğin bir nedeni, Thomas’ın onu anlamaya çalışmak yerine rekabeti sürdürmesi… Sonuçta, Thomas da ilgi manyağı ve Signe’ye yardım etme şansı yok. Böylesine antipatik iki ana karaktere sahip bir film olarak da akıllarda kalmaya aday ‘İlgi Manyağı’… Sözde ‘talihsiz ve trajik öyküsü’nü medyaya taşıyan gazeteci arkadaşı Marte’nin (Fanny Vaager) finale doğru kendini tutamayıp Signe’ye söyledikleri, bizim duygularımızı da yansıtıyor. Signe’ye katlanmak gerçekten zor. Dürüst olmak gerekirse, filmin son bölümü pek kolay geçmiyor.

Signe ve Thomas’ın başkalarının önünde birbirlerine saygısız davranmaları ve ilgi çekme yarışına girmeleri, bir noktadan sonra arkadaşlarını da rahatsız ediyor. Öte yandan, ‘İlgi Manyağı’nda Signe’nin asosyal torbacısı Stian (Steinar Kloumann Hallert) veya Signe’yi reklam çekimlerinde model olarak kullanmak isteyen ajans sahibi Lisa (Andrea Bræin Hovig) gibi tuhaf, bencil başka karakterler var. Her ikisinin de çıkarları uğruna Signe’ye dolaylı yoldan zarar verdiklerini not etmek gerek.

 

 

Signe’nin ilgi çekmek pahasına kendine zarar vermesini, bilinçdışındaki özyıkım arzusu olarak açıklayanlar da çıkabilir. Öyle bile olsa, her şeyin ünlü birisi olma hayalinin hayata geçirilmesiyle ilgili olduğundan eminiz. Sonlara doğru, Signe’nin ruh hastası olduğu gerçeğini nasıl kullanabileceğini dahi düşünüp planlar yapması önemli. Özyıkımdan ziyade son ana kadar hedefine kilitlenmekten vazgeçmeyen biri o…

‘İlgi Manyağı’ uç noktalara sürüklenen karakteri incelerken duygusal teşhircilik üzerine de düşündürüyor bizi. Thomas ve Signe, ünlü olmak veya dikkat çekmek için sosyal medyayı değil, özellikle popüler dergileri ve gazeteleri hedefliyorlar. Belli ki, Borgli filminin sadece bir sosyal medya hikâyesi olarak değerlendirilmesini istemiyor. Ama herkesin bir şekilde ünlü olmak ve bundan para kazanmak istediği bir çağda geçiyor film. Her ikisinin ünlerini maddi kazanca çevirmek istediğini; birinin bedenine zarar vererek, diğerinin hırsızlık yaparak şöhret olduğunu düşündüğümüzde, öykünün anlamı daha da genişliyor.

Uluslararası prömiyerini geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış bölümünde yapan ‘İlgi Manyağı’, iki problemli ana karakteri ve hikâyesiyle bence yılın öne çıkan filmlerinden biri. Signe’nin katıldığı reklam çekiminde yönetmen rolünde gördüğümüz Kristoffer Borgli’nin sinema salonları için çektiği ilk uzun film olduğunu da belirtelim.

Başroldeki iki oyuncunun çok iyi performanslar çıkardığı filmde Signe’nin başarılı prostetik makyaj çalışmasının Izzi Galindo’ya ait olduğunu söylemeden geçmeyelim. Gerçekten farklı bir film seyretmek istiyorsanız ‘İlgi Manyağı’nı kaçırmayın.

 İLAN SORUMLUSU İLAN SORUMLUSU

YORUMLAR
ÇOK OKUNANLAR
web counter